Kültür sanat haberlerinde eminim çok defa rastlamışsınızdır; “…. Devlet Opera ve Balesi’nde özel gece!…. solistlerine piyanist …. eşlik ediyor.” İşte bugün eşlik eden o piyanistlerden birini ağırlama şansı yakaladım. Ve bu defa da tatlı yanıtlarıyla birseysoyleyebilirmiyim.com’a eşlik etti. Hande Uçar Yanç…
Kendisi bir korrepetitör… Bana sorarsanız oldukça zorlu ve bir o kadar da farklı bir işi var. Nedenlerini burada sıralamak yerine hemen aşağıdaki söyleşiden okumanızı önereceğim. Ancak şunu diyebilirim ki piyanoyla birine eşlik etmek, ona uyum sağlamak, onu anlamak pek de kolay olmasa gerek…
Çok küçük yaşlarda müzikle tanışan Hande, ilk olarak özel piyano dersleriyle siyah beyaz tuşlara dokunmaya başlıyor. Derslerde gün geçtikçe ilerleyince de Bilkent Üniversitesi’nin alt yapı eğitim sistemi olarak da diyebileceğimiz Erken Müzik Eğitimi programıyla devam ediyor. Ve yüksek lisans eğitiminin sonuna kadar da Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’ndeki macerası başlamış oluyor. Sekiz yıldır Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçısı olarak hayatına devam eden Hande’den, genç bir öğrencisi sayesinde haberdar oldum. Kendisine korrepetitör olmanın inceliklerini, müziğe başlama kararını, pandemiden nasıl etkilendiklerini ve Solfasol Müzik Dayanışma’yı sordum.
Gönül isterdi ki pandemi olmasaydı, güneşe rağmen gri filtrelerle hayatımızın ortasına düşen virüs ile tanışmasaydık ve ilham veren insanlarla yüz yüze de görüşebilseydim. Ancak şimdilik teknolojinin bana verdiği yetkiye dayanarak sanal görüşmelerime devam ediyorum.

Korrepetitör olarak çalışıyorsunuz, biraz bu alandan bahsedebilir misiniz? Nasıl karar verdiniz? Ne gibi yetkinlikler gerekir?
Korrepetitör olma meselesi ben fark etmeden küçük yaşta kanıma girmiş diyebilirim. Hocadan yana çok şanslı bir eğitim öğretim hayatı geçirdim. Paris Konservatuarı mezunu, orada da ciddi mesai yapmış hocam Andreé Sommer hocalarımın en kıymetlilerindendir. “Eşlik” ve beraber müzik yapma meselesinin güzelliğini onda tanıdım. Üst düzey hatta solist kariyer yapabilecek seviyede bir piyanist olarak korrepetitör olmayı seçmişti. Bir ya da daha fazla kişiyle müzik yapmaktan çok büyük keyif alırdı, bize de bu işin inceliklerini anlatmaktan hiçbir zaman kaçınmadı.
Öyle ki bu iş benim için bir noktada yeni bir arkadaş edinmek, yeni bir insan tanımak, ilgimi çeken bir konuda muhabbet etmekten farksız bir hale geldi. Zira eşlik ettiğiniz insanın nefes alma alışkanlığından, yeni bir cümleye başlarken nasıl bir tereddüt yaşama ihtimali olduğuna; müzisyen olarak zaafları ve avantajları sebebiyle müzik yaparken hangi psikolojik durumlardan geçtiğine kadar pek çok konuyla içli dışlı olduğunuz bir konumda bulunuyorsunuz. Zorlandığı bir noktada ona nasıl destek olabileceğinizi idrak ediyorsunuz ya da çalıp söylemekten en zevk aldığı noktadaki mutluluğuna şahit oluyorsunuz. Bu örnekler oldukça artırılabilir. Neticede bütün bunlar, korrepetitör olmayı benim için oldukça ilginç hale getirdi.
Ben tabii işin romantik kısmından bahsettim gibi oldu biraz, teknik gerekliliklere de gelirsek öncelikle iyi seviyede piyano çalmak gerekli. Biz okullarımızda solo repertuar üzerine yoğun ve yıllar süren bir eğitim alıyoruz. Aynı düzeyde yoğun enstrüman ve müzik eğitimini aldıktan sonra, hangi alana yöneleceği kişiye kalmış bir karar. Korrepetitörlük işi de temelde bir enstrüman çalana veya şarkı söyleyene eşlik etmek. Bazen orkestra bölümünün piyanoya uyarlanmış halini çalarak tam anlamıyla eşlik eder konumda olmak; bazen de doğrudan piyano için yazılmış bir oda müziği eseri çalarak, çoklu bir grubun solistlerinden biri olmak anlamına gelebiliyor. Mesleğin tanımında daha önce biraz duygusal olarak bahsettiğim, yönlendirici, eğitmen bir taraf da var. O yüzden her açıdan özen ve dikkat gerektiriyor.

Bütün dünya pandemiden etkilendi, hepimiz işlerimizi farklı biçimlerde devam ettirmeye çalışıyoruz. Peki sizin cephede nasıl ilerliyor?
Biz daha önce de bahsettiğim gibi, sahnedeki insan sayısının az olduğu etkinlikleri sahneleyerek başladık diyebilirim. İlk şaşkınlık döneminde temsiller tamamen durdurulduktan sonra, mayıs ayında 1-2 dijital konser, televizyon yayını vs. ile başladık. Daha sonra eylül ayında da sahnede sırayla söyleyen dört ya da beş solist ve bir piyanonun bulunduğu konserlerle devam ettik. Salonun seyirci kapasitesi üçte bire indirildi. Fakat opera balenin doğası bunun tam aksi elbette ki. Bazı eserler sayıca daha az sanatçı ihtiva ederken, kimi eserde –mesela bir Aida temsilinde- orkestra elemanları, sahne arkası teknik elemanlar, koristler, solistler, figüranlar derken; en az 200 kişiyle orada hazır bulunuyoruz. Seyirciden bahsetmiyorum bile. Dolayısıyla opera balenin otantik olarak sahnelediği eserlere tekrar dönebilmek için maalesef uzunca bir vakit geçmesi gerekiyor gibi görünüyor. Kişisel açıdan bakınca da bence komik olan yeni şeyler girdi hayatımıza. Sahneye maskeyle çıkmak ya da sadece göz makyajına vakit harcandığı için kısa sürede hazırlanmak pek alışık olmadığımız şeyler. Geçtiğimiz aylarda normalde büyük koro, dört solist ve orkestrayla icra edilen Mozart’ın Requiem eserini seslendirdik. Pandemi versiyonunda orkestra bölümünün iki piyanoya uyarlanmış halini çaldık, 23 kişilik koro birbirlerinden uzak bir şekilde sahneye dağıtılarak konumlandı, herkes bütün konser boyunca maskeliydi. Bunlara alışmak elbette çok zor.
Sizce yeni normalde ve gelecekte neler bekliyor sizi? Aslında opera, bale gibi gösteri sanatları ile izleyiciye bir deneyim sunulur, onlara unutulmaz anlar yaşatır. Peki bu alanın da diğer pek çokları gibi dijitale taşınması söz konusu olabilir mi? Dijitalde olması fikri nasıl geliyor?
Dijital dünyaya geçiş açısından bazı adımlar atıldı tabii. Viyana Filarmoni Orkestrası’nın dünyaca ünlü klasiği olan Yılbaşı Konseri bile seyircisiz yapılıp sadece televizyondan yayınlanmışken; Metropolitan, Royal Opera House vs. pek çok opera evi geçmiş kayıtlarını internet üzerinden yüksek oranda erişime açmışken, bu durum kaçınılmaz bir hal aldı diyebiliriz. Biz de konserlerimizi kaydedip yayınlamaya başladık. Belki yakın gelecekte, bahsi geçen “Grand Opera” türü eserler de bizler tarafından seyircisiz olarak kaydedilip bazı mecralardan yayınlanacaktır. Bunu henüz öngöremiyorum ama kim bilir… Ben bu konuda biraz eski kafalıyım, seyircisiz bu işin tadının az olduğunu düşünüyorum. Hayâlimde şöyle bir sahne var; 80 kişinin hep beraber şarkı söylediği, aynı anda 60 orkestracının çaldığı devasa bir müzik anı yaşanıyor. Müzik bittiğinde, seyircisiz salonda dev bir sessizlik oluşuyor. İşte o dev sessizlik alkışla ve fiziken orada bulunan insanların coşkulu duygularıyla dolmadığı zaman, bu iş biraz boynu bükük kalıyor. Bu durumun benzeri, orada bulunan seyirci ve ekrandan izleyen seyirci için de geçerli. O salonda oturup, o hacimde ve güçte bir sesin ve tabi duygunun fiziken içinde bulunmak, sizi orada yaşanan tecrübenin gerçek bir parçası haline getiriyor. Ekrandan izlediğim muhteşem bir temsil elbette bende de birtakım güzel duygular uyandırıyor. Ama seyirci tarafım, her zaman gidip salonda oturmayı tercih eder. Bu benim fikrim fakat yeni dünyada eski alışkanlıklarımıza dönmek için direnemeyeceğimiz durumlar devam edecek gibi görünüyor.

Solfasol Müzikal Dayanışma’dan bahsetmek ister misiniz? Bu etkinlikte yer aldığınızı da gördüm…Solfasol Müzikal Dayanışma’dan, eşimin gazetede çalışan bir arkadaşı vasıtasıyla haberdar olduk. Pandemi sürecinde alınan önlemlerden en çok etkilenen gruplardan biri serbest çalışan müzisyenler oldu. Onlar bir dayanışma gecesi düzenleyeceklerini, bizi de bu etkinlikte performans yapmak üzere davet etmek istediklerini söylediklerinde, hiç düşünmeden kabul ettik. Müzisyenlere müzik yaparak destek olabilmek, herhalde elimizden gelebilecek en iyi şeylerden biri. Daha sonra onlar bu etkinliği tekrar tekrar, yeni müzisyenlerle devam ettirdiler. Eğer izlemeye fırsatınız olursa, yayınlarında çeşitli alanlardan hem amatör, hem profesyonel birçok müzisyeni izleme şansınız olacaktır. Oldukça renkli geçiyor.
Eşiniz de solist. Aynı hayatı paylaşan iki kişinin aynı alanda çalışıyor olmasının zorlukları ya da avantajları oluyor mu? (Bu soru kişisel olduysa atlayabiliriz. =)
Evet, eşim Barış Yanç da operanın solist tenorlarından. Ben şu ana kadar genel olarak faydalı buldum bu durumu. İş yerinde olası bir sıkıntıyla ya da olumlu bir gelişmeyle karşılaştığımda, konuyu tamamen anlayan bir eşle bunu paylaşmak ve yer yer fikir alışverişinde bulunmak konforlu diyebilirim. Ya da çalışma saatlerimiz son derece düzensiz olabildiği için, gündüz standart mesai saatlerinde çalışan biri olsaydı, bir noktada isyan edebilirdi gibi geliyor. Zira “normal” bir hayat sürerken, günün 12-13 saatini operada geçirdiğim günler de olabiliyordu. Biz henüz altı aydır bu durumu tecrübe ettiğimiz için, yaşayıp göreceğiz demeliyim şimdilik. =)
Peki müzikle, operayla bu tip sanatsal bir alanla ilgilenenler için neler önerirsiniz?
Bu işi hobi seviyesinde tutmayı önerebilirim =) Şaka bir yana, bu alanlarla ilgilenen birine, ilgilendiği alan üzerine çok vakit ayırmasını öneririm. Örneğin; hobi olarak piyanoya başlayan biri için ilk aylar ve hatta belki ilk yıllar nispeten zorlayıcı geçebilir. Bir enstrüman üzerinde etkin olmak ciddi vakit alabilir –ki ben yıllar sonra, 20 yıldır piyano çalan biri olarak ikinci enstrümanımı ele aldığımda bile çok zorlanmıştım-. O yüzden sabretmek, elini üstünden çekmemek, ancak böyle davranıldığı takdirde insanın kendinin bile hayâl edemeyeceği sonuçlara varabileceğini unutmamak gerek.
Hatta özellikle bu bir hobiyse, olayın gelebileceği boyut ve kişinin ruh hali üzerindeki genel etkisi azımsanamayacak seviyede oluyor. Profesyonel olmak isteyen zaten bütün vaktini buna adıyor. Esas bir hobiyi yüksek seviyeye taşımak, günlük hayatından vakit ayırıp ona vermek çok saygı duyduğum bir şey. “Amatör” kelimesinin “sevgi” den türediğini öğrendiğimde çok etkilenmiştim. O yüzden gerçek amatörlük, beraberinde büyük ciddiyet getiriyor bence.
Şimdiye kadar en çok etkilendiğiniz performans hangisiydi?
“Eski toprak” diyebileceğimiz, geçen yüzyılın piyanistlerden çok etkileniyorum. Ortada internet, dijital hayat, uçak vs. hiçbir şey yokken dünyayı belli oranda gezmiş, etki uyandırabilmiş, özellikleri birbirinden tamamıyla farklı… İlk aklıma gelen isimler Michelangeli, Horowitz, Samson François… Tanımlar üstü kadın Martha Argerich. Hâlâ hayatta olanlardan Nelson Freire’ye çok hayranım, 15 yaşımda henüz aklım tam ermezken İtalya’da resitalini izlemiştim, şimdi olsa herhalde çok daha farklı bakardım. Yeni nesil Türk piyanistlerden de çok etkilendiğim insanlar var. Yine ilk aklıma gelen Emre Elivar’ın ben lisans 3. sınıftayken Bilkent Senfoni Orkestrası ile çaldığı Brahms 2. Piyano Konçertosu. Öyle ki o konserden sonra solo repertuarımı Brahms, Schumann yoğunlukta olmak üzere Alman Romantikleri’ne çevirmekten kendimi alamadım. Hatta mezuniyet projem için ısrarla o gün çaldığı konçertoyu çalışıp sundum. Hâlâ etkisi üzerimdedir.
Bizi şaşırtacak =) sevdiğiniz bir şarkıcı desek?
Tanıyan kimseyi şaşırtacağını sanmıyorum ama Freddy Mercury en sevdiğim şarkıcılardan. Hatta sırf şarkıcı demek eksik kalır, her şeyiyle komple bir sahne insanı olarak müthiş biri bence. Keşke canlı bir konserini görmek kısmet olsaydı dediğim nadir insanlardan.
Editbüdüt
Amatör sözcüğü için ufak bir ekleme:
amateur “bir işi zevk için yapan” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Latince amator “seven” sözcüğünden gelir. Bu sözcük Latince amare “sevmek” fiilinden +or sonekiyle türetilmiştir.
(Kaynak link)