“Geceleri yıldızlara ve aya, gündüzleri bulutlara ve güneşe bakmayı sevenlerdenim, Hayat koşturmacasının bana bunları yapmayı unutturmamasına gayret ediyorum. Göğe bakma durakları kıymetli benim için.”
Kendini tanıtmasını istediğimde ilk olarak bu satırları yazıyor Eda Dereci. Ne kadar da güzel diyor. Çünkü hayat, hep orada olduğunu bildiğimiz pek çok şeyi, görmezden gelmemiz için bize oyunlar oynayıp duruyor. “Biraz sahile insek, güneşlensek, bulutlara ve denize baksak” diyoruz ama sonra işler, koşuşturmacalar derken kendimizi “neyse canım kaçmıyor ya, sonra yaparız” derken buluyoruz. Nasıl olsa hep buzdolabında olduğunu bildiğimiz çilekli pastanın kremasının tadına bile bakmıyoruz parmağımızı batırıp. Böyle hayat mı olur! Oluyor, maalesef. Hatta son zamanlarda hayatın tam olarak bu kadar olduğunu düşünmeye başlamıştım ki Eda’nın satırlarıyla kendime geldim.
Efenim, ben kendisini çoook sevdiğim bir ardaşım sayesinde seneler önce tanıdım. Sonra yaptığı minnoş işlerin sıkı takipçisi olup çıktım. İllüstratör, tasarımcı ve müze eğitmeni olarak hayatına devam eden Eda ve ortaya çıkardığı işleri sizlerle de paylaşmasam olmaz diye düşündüm ve “bir şey söyleyebilir miyim? Dünyada sadece sevdiği işlere gönül veren insanlar hâlâ var. Bakın Eda…” demeye karar verdim.
Benim bildiğim kadarıyla illüstrasyon, tasarım atölyeleri, müze eğitmenliği gibi bir koltukta pek çok karpuzla yürüyorsun. Bu macera nasıl başladı senden dinlesek…
Karakterimizde yer bulan sıklıkla yaptığımız şeyler, yetişkinliğimizde mesleğe dönüştüğünde kendimizi şanslı görebiliriz sanırım. Ben de kendimi şanslı gören taraftayım. Çünkü; aslında çocukluğumdan bu yana hayatımda var alan her bir parçayı birleştirip, kendi mesleğimi yarattığıma inanıyorum. Tabii ki bu süreç aslında çok da kolay olmadı.
Öncelikle herkes gibi sistemin getirdiği bazı biçilmiş, alışılagelmiş kıyafetleri giyme ve onlarla hayatı deneyimlemeye çalıştım. Fakat üzerime tam oturamayan kıyafetlerle sendeledim ya da bol gelenin içindeyse an gelip kayboldum, kendimi aradım. “Aslında gerçekten ne yapmak istiyorum?” sorusunu okul döneminde çokça sordum. Deneyim dediğimiz süreçten geçtim bir süre. Tecrübeyle birlikte deneyimlemek istediğimizi seçebilme becerisi kazanıyor oluyoruz sanırım. Ben de sevdiğim alanda sanat ve tasarımı seçerek deneyimlerime yön vermeyi seçtim. Yalnızca diplomasını aldığımız eğitimlerin değil; aynı zamanda alaylı olarak, kendimizi yetiştirerek neler yapabileceğimizi de görmüş oldum.
Bütün bunlardan çok daha da önceye baktığımdaysa; evimizin duvarlarını çizerek başlamışım ama daha sonra çizmek dışında başka malzemeleri de dönüştürmeyi sevdiğimi fark etmiş ailem.
Mesela şunları anımsıyorum: Çocukluğumda kağıtları katlayıp kitap tasarımı yapar, içine hikayesini yazar ve resmini çizerdim. Kendime kağıttan sahneler hazırlar, farklı roller verdiğim figürleri konuştururdum. Evde adını bilmediğim baharatları karıştırıp renkler elde eder, hamur yapar şekilendirirdim. Annem dikiş dikerken onu seyrederdim ve kumaşlarından minik parçalar alıp birleştirirdim. Babamınsa mühendis olarak çizim yapıyor olması beni çok etkilerdi. Teknik çizimdi belki, ama kullandığı kalemler ve kağıtlar her zaman hayranlıkla baktığım malzemelerdi. Ve bu yeteneklerin şekil bulmasında mutlaka onların etkisi vardı. Kendine yetmeyi öğrenme haliydi belki biraz da tanıklık ettiğim, benim de hamurumda olması kaçınılmazdı.
Çocukluk evimin odaları 4 oda’nın odalarına açılan bir koridora dönüştü zamanla. Çizimlerimi illüstrasyona dönüştürdüm zamanla. Çocuk kitaplarının dilini her zaman çok sevdim ve çocuklar için yazılmış hikayeleri resimlemek benim için öncelikli oldu.
Müze eğitmenliği de, bundan beş yıl önce sevdiğim galeri ve müze ziyaretlerimde yolumun daha çok çocuklarla kesişmesiyle ortaya çıktı. Fark ettim ki hem müzede saatlerce kalmak hem de oradaki eserleri çocuklara anlatmak beni çok mutlu ediyor. Bu da zamanla müzede sergi anlatımına ve eğitime dönüşerek sanat atölyeleriyle birleşti. Bu alanda kendim yeni şeyler öğrendikçe öğretmeye de devam ettim.

4 oda ismi nasıl çıktı ortaya?
Ben hep farklı malzemeleri dönüştüren, yaratmayı ve üretmeyi seven; çizen, renklendiren, diken, şekillediren, yazan, anlatan tarafta yer aldım.
Lisans eğitimim biter bitmez çıktı ortaya 4 oda fikri. Tabii ki bu zamanlama tesadüf değil bilinçli bir tercihti. Çünkü sanırım bitirmem gereken işler bitmiş ve artık lisans sonrasındaki seçim süreci, kendini iyice belli etmişti. Tek bir cümleyle özetlersem; “hep keyifle ürettiğim ve tasarladığım her şey” 4 oda’nın karşılığı oldu.
4 oda’nın ortaya çıkış noktasında tasarım var. Sanat ve tasarım atölyesi olarak 10 yıl önce ortaya çıkan bir fikir. Tasarımı farklı malzemeler kullanarak ortaya çıkarma fikri odaların sayısına yön verdi. Benim yapmayı bir diğerine tercih edemediğim işlerin toplamı. Hem aynı yapıda hem de farklı parçalardan oluşuyor. Bu atölyede üretilen her bir işin çok içten yapılmaları ortak noktaları her şeyden önce. Çizim işleri, dikiş işleri, kağıt işleri, atölye ve dükkan olarak çıktı ortaya.

Daha çok çocuklarla bir aradasın; atölyelerle, müzeyle ama büyükler için de workshop’ların var. Bu iki kitleyi karşılaştırırsan ne gibi zorluklar ya da farklılıklar gözlemliyorsun?
Aslında çok ortak nokta var; özellikle hem yetişkin hem de çocuk atölyelerinin amacına baktığımızda yaratıcı düşünmeye teşvik ederek, keyifle üretmek var. Ama atölyelerin akışında kullandığım dil ve içeriklerin oluşturulması, malzeme seçimlerimde tabii ki farklılıklar var. Yetişkin atölyelerinde katılımcılarda gözlemlediğim, ortaya çıkarılacak işin sanatsal üretim sürecinden ziyade işlevselliği ya da hayat pratiğindeki yeri önemli oluyor ağırlıklı olarak. Üretim süreci ikinci planda tutuluyor. Ama çocuklar daha çok hikayeleştirme ve “hayal gücümdekini nasıl ortaya çıkarabilirim” konusunda daha aktifler. Zamanı eğlenceye çevirmekte zorlanmıyorlar. Ve ortaya çıkan şey mutlaka bir yerinden oyunla birleşiyor. Çünkü zihinleri daha ön yargısız ve deneyimlemeye açık. Anda kalmayı çaba sarfetmeden gerçekleştiriyorlar.
Yetişkinler de, o an kendilerini yaptıkları işe verdiklerinde atölyelerin daha ziyade terapi etkisi olduğunu dile getiriyorlar. “Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık” cümlesini çok sık duyuyorum. Açıkçası benim hedefimde de üretirken keyifli zaman geçirip başka herhangi bir şey düşünmemelerini sağlamak var.
İki farklı grup için belirgin bir başka değişken de anlatımdaki görseller ve dil oluyor çoğunlukla. Ve tabii bir de süreyi de unutmamak gerek. Bir yetişkin üç saat boyunca sohbet ederek ya da sessiz kalarak üretebilir. Ancak çocuklar için verimli geçen süre genelde 45 dakika/1 saat. Tabii bu süre de 7 yaş üzeri çocuklar için geçerli daha çok. Odak noktaları hızlıca değişebiliyor.

Kişiye özel tasarımlar da yapıyorsun diye biliyorum. Bu süreçte müşteri bir marka değil de kişiler oluyor hatta belki de tanıdığın insanlar oluyor ama yine de zorlukları oluyor mu?
Tabii ki. Eğer tanıdığım biriyse aslında istediği şeye dair çok da fazla detay vermeye gerek duymadan işi bana bırakıyor. Bu üreten kişinin tercihi olur her zaman. Özellikle çizimde birebir benzeyen bir karakter beklentisi oluyorsa, kişinin kendi tarzımla çizeceğimi bilmesini istiyorum. Sipariş usulü üretemez sanatçılar. Hikayesi olan anları kendimce yorumlamak özgür çizgilerle ilerlemek önceliğim. Bu bence birçok kişi için de böyle. Kısıtlanmış hissetmek üretme şeklinizi etkiliyor.
Eh pandemi nasıl geçti diye sormasam olmaz… Yaptığın işleri nasıl etkiledi? Müze ve atölyeler iptal oldu muhtemelen. Sence yeni dönemde bu işler nasıl ilerleyecek?
Pandemi, koşullarıyla benim için maske kullanıyor olmak ve eskisi kadar sosyalleşememek dışında yüz yüze eğitimleri etkilediği için bir nebze zor geçiyor olsa da, bir yandan da bolca ürettiğim bir zaman oldu. Aslında çok alışık olduğum zamanı kendin yönetme durumuyla da beni baş başa bıraktı yeniden. Zamanımı daha verimli kullanmaya başladığımı söyleyebilirim. Freelance çalışan biri olarak dışarıda, açık hava dışında farklı mekanlarda çizim yapamama durumum dışında değişen pek bir şey yok.
Atölyelerin büyük bir kısmı artık çevrimiçi olarak devam ediyor. Bu bir yandan erişilebilirlik açısından çok faydalı bir durum. Çünkü Türkiye’nin ya da dünyanın farklı şehirlerinden insanlarla bir araya gelebilme şansı veriyor workshop’lar açısından bakıldığında. Ancak yüz yüze olması benim tabii ki her zaman önceliğim.
Birçoğumuz alıştık bu durumla yaşamaya ama bir yandan da artık bitmesini arzu ediyoruz, dilerim ki tahminimizden de kısa sürede “normal”e döneriz. Tabii bu normallik eski normal ve yeni normal olarak tanımlanacak. Normal olan nedir sorgulamamız da uzun süre devam edecek gibi görünüyor.

Peki bunca işin arasında sen en çok hangisini yapmaktan keyif alıyorsun?
İllüstrasyon odaklı işler ve tabii ki çocuk kitapları… Çiziyor olmak her zaman diğerlerine göre öncelikli oldu benim için. Ama bu, diğerlerinden vazgeçmek demek de değil.
Zaman zaman fazla dağıldım, çok fazla şey yapıyorum tek bir iş yapsam keşke dediğin oluyor mu?Birbirinden farklı gözüken bu kadar iş kalemi çoğu zaman ortak noktada buluşuyor. Yoksa tabii ki daha zor olurdu. Düzgün planlandığında, hepsini bir arada yapıyor olmak aksine besleyici oluyor diye düşünüyorum. Odaklanabiliyor olmak önemli tabii ki. Planlı çalışmak, zamanı iyi yönetebilmek gerekli.
The Black Cat Agency işbirliğini gördüm. Bahsetmek ister misin?
Nazlı Gürkaş ve Göksun Bayraktar’ın bir araya gelerek kurduğu çocuk kitapları ajansı The Black Cat ve aslında her ikisi de hem arkadaşım hem de beni yurt içi ve yurt dışında illüstrasyonlarımla temsil eden ajansın kurucuları. Nazlı, İstanbul; Göksun da Londra’da ajansın çalışmalarını yürütüyor. Yıllardır bu alanda çalışıyorlar ve işlerini özveriyle yapıyorlar. The Black Cat Agency web sitesine göz atmakta fayda var. Oluşumda yer alan diğer çizerleri ve çalışmalarımı inceleyebilirsiniz.
Gelecekle ilgili ne gibi planlar var?
Öncelikle atölyemde üretmeye, çocuklarla ve gençlerle çalışan farklı kurumlarla ortak projeler yapmaya devam etme niyetindeyim. Tüm bunların yanı sıra müzecilik odaklı eğitimlerime devam edeceğim. Çocuklar ve müze kavramı bir arada araştırmaya ve öğrenmeye çok açık bir alan. Aynı zamanda Türkiye’de geliştirilmesi gereken bir eğitim alanı. Müzeler aracılığıyla, atölye çalışmalarıyla; doğal ve kültürel mirasın bilinirliği, korunması ve yaşatılması konularında dilerim daha çok çocukla, daha uzun süre bir araya gelme şansım olur.

Kimlerden/nelerden ilham alıyorsun?
Etrafı gözlemlemeyi seviyorum. Özellikle doğada zaman geçirmek, çizim malzemelerimi alıp farklı zamanlarda doğada çalışmak beni çok besliyor. Öncelikli ilham kaynağım hep doğa olmuştur. Ancak atölyemde ya da müzede geçirdiğim vakitlerde de ilham verici anlarda bulabiliyorum kendimi. Mekanların çalışma şeklime etkisi büyük. Bu nedenle içinde olmaktan mutlu olduğum mekanları seçiyorum çalışırken de.

Çalışırken masanda ya da ortamda olmazsa olmaz dediklerin neler?
Çizim malzemelerim, bitkilerim, kitaplarım ve müzik. Bir de özellikle çalışma masamın dışarıya bakan aydınlık bir noktada olmasına önem veriyorum.
Çalışmalarını workshopları nereden takip edebiliriz?
www.edadereci.com
https://www.behance.net/edadereci
Instagram/eda dereci ve 4 oda üzerinden güncel işlerimi ve atölye duyurularımı takip edebilirsiniz.